4 HAZİRAN SALI... Uçakla Denizli’ye gidiyorum. Öğ-Der (Şuurlu Öğretmenler Derneği) Denizli şubesi davet etti, bir konuşma yapacağım. Yolculuk 45 dk. sürüyor, lakin havaalanındaki kontroller son derece sıkıcı ve yorucu.
Denizli havaalanında dostum Recep Zeybek Bey ve birkaç arkadaşı karşıladı, şehre gittik, iki gece Recep Beyin evinde kalacağım.
Bendeniz bir şehre gidince sâhhaf dükkânı, antikacı, geleneksel sanat, hatıra eşyası satan yerler ararım. Denizli’nin nüfusu 300 bini geçmiş, böyle yerlerin olması gerekir.
Araya taraya bir sahhaf buldum (Akademi Kitabevi, Çatalçeşme Önü. Tel: 0258 242 03 07), Bingöllü Cemal Karabil işletiyor. “Yeterli ilgi ve müşteri var mı?” diye sordum, “Pamukkale Üniversitesi’nde 1000 öğretim görevlisi var, bunlardan ancak 10 tanesi benim dükkânıma uğrar” dedi.
Denizli sahhafından 320 sayfalık ciltli nefis bir kaktüs kitabı aldım, Almanca... Adı, “Alles Über Kakteen” Denizli ve civarının iklimi ve havası kaktüs yetiştirmeye müsait. Bir tarlaya mısır, fasulye veya bildiğimiz sıradan şeyler ekilince verilen emeğin, çekilen zahmetin karşılığını alamıyorsunuz. Yükte hafif, pahada ağır şeyler ekmek lazım, kaktüs bunlardan biri. Ancak “Kaktüs nasıl yetiştirilir?” gibi kitaplar okuyarak bu iş yapılamaz. Bu konuda uzmanlaşmış, tecrübeli ve birikimli kimselerin yardımı şart. Japonya’dan mı getirilir, Amerika’dan mı, başka bir ülkeden mi mutlaka kaktüs ziraatı uzmanları/mühendisleri getirtilecek, onların idare ve nezaretinde bu iş yapılacak... Çiçekçilik deyip geçmeyelim, Hollanda bununla her yıl 100 milyarlarca dolar kazanıyor; Venezüella, Kenya, İsrail de...
Denizli sahhafından Osmanlıca Nakşibendîlik hakkında bir kitap da aldım. Eski kitap işini hallettik, şimdi iş antikacı bulmaya kaldı. Oradaki dostlarım da bilmiyor, müze müdürüne telefonla sordurdum, o tarif etti, Avukat Savaş Aydın Bey aynı zamanda antikacılık yapıyormuş (Tel: 0258 263 54 34). Onun dükkânını bulduk, çok dertliydi, yerlilerden ve üniversiteden ilgi görmüyormuş, avukatlıktan kazandığı parayla antikacı dükkânını ayakta tutmaya çalışıyormuş. Epey sohbet ettik, dertleştik. Oradan işlemeli bakır bir eski zaman tasıyla bir de yine işlemeli döğme bakır bir sahan aldım.
Denizli’nin eski tarihî dokusu, geleneksel evleri, resmî binaları maalesef tahrip edilmiş, her yer korkunç korkunç ruhsuz binalarla dolmuş.
Şehrin tarihî İlbadı mezarlığına gittik, orada da bir facia sergileniyordu. Tarihî mezar taşları kırılmış, atılmış, yerlere serilmiş... Denizli’nin fethinde önemli rol oynayan ve Haçlılarla yapılan savaşta şehit olan Uç Beyi Mehmet Gazi türbesinde Fatiha okurken, oradaki Latince levha beni çok üzdü. “... Burada medfundur” yerine “... Burada meftundur” yazmamışlar mı!.. Gülmek mi lazım, ağlamak mı? Koskoca bir vilayetin tarihî kabristanında, bu vatan için şehit olmuş muhterem bir büyüğümüzün türbesinde böyle cahilane bir levha nasıl olabilir? Demek ki, kültür, lisan, edebiyat bitmiş...
Denizli’nin maneviyat büyüklerinden Hasan Feyzî Efendi’nin ve Üzüm Dedesi Hulusi Efendi’nin kabirlerini ziyaret edemedim, uzaktan Fatiha okudum.
Bizim şehirlerimizin iki türlü valisi vardır; birinciler bildiğimiz dünyevî/idari valilerdir, ikinciler ise maneviyat âleminin valileri olan velilerdir. Şehirleri ziyaret edenlerin, imkân ve fırsat buldukları takdirde onların kabirlerini ve türbelerini ziyaret edip saygılarını ve hayır dualarını sunmaları gerekir. Fatiha okunur, bunun sevabı bağışlanır...
Denizli’de bir grup Müslüman “Çaresizlere Yardım Derneği” adında bir hayır derneği kurmuşlar, topladıkları nakdî ve aynî yardımları muhtaçlara dağıtıyorlarmış. Titiz çalışmalarla fakirleri, sıkıntıda olanları arayıp buluyorlarmış. Kendilerini tebrik ediyorum.
Demirciler ve bakırcılar çarşısına gittim, bir iki eski bakır buldum ama fiyatları İstanbul’dan daha pahalı olduğu için alamadım.
Bazı caddelerde zeytin ağaçları vardı, Azerbaycan’ın başşehri Bakü’de olduğu gibi.
Okuyucularımdan Önder Kırlı Bey köy yumurtası, yufka şeklinde köy ekmeği getirmiş, kahvaltıda yedik, teşekkürler...
Çarşamba sabahı namazı Recep Beyin evinin yakınındaki camide kıldım. Öğlen namazını şehrin merkezindeki Çınar Camii’nde... Vakit namazlarında cami cemaati az değil, yeterli de değil.
Denizli’de ezanlar merkezî ezan sistemiyle okunuyor. Böyle giderse müezzinlik tarihe karışır.
Nurettin Aksakal Beyin geniş ve çok güzel aktar dükkânına gittik, aynı zamanda bir kafe şeklinde hizmet veriyor. Kendisi halkbilim uzmanı, araştırmacı/yazar ve gerçekten kültürlü, nezih, kibar bir insan, sohbet ettik.
Çarşıdaki bir dükkânda Denizli kebabı yedik, kuzu etinden yapılıyor ve elle yeniyor, çok lezzetliydi.
Kilimli Pastahanesi sahibi Mahmut Çulha Bey kendi yaptığı Maraş dondurmasından ikram etti, teşekkürler...
“Denizli’de çömlek sanatı var mı?” diye sordum, civardaki Nikfer beldesinde Necip Savçı usta bundan binlerce yıl önceki çömleklere benzeyen nefis eserler üretiyormuş. Gidip göremedim, birkaç eserini satın alamadım. Kendisini bu sütunlardan tebrik ediyorum. “Geçmişten Günümüze Denizli” dergisinin 10’uncu (2006) sayısında onunla ilgili “Son Hititli: Necip Savçı” başlıklı bir yazı yayınlanmış. Böyle sanatkârlarımızı himaye etmemiz lazım. Artık evlerde, mutfaklarda çömlek eşya kullanılmıyor ama bu sanatla ilgimizi kesmemeliyiz. Dekoratif süs eşyası olarak satın almalıyız, hediye etmeliyiz, salonlarımıza, işyerlerimize böyle objeler koymalıyız.
Denizli yakın tarihte hızla gelişmiş, nüfusu artmış, fabrika ve atölye sayısı çoğalmış, zenginleşmiş, betonlaşmış bir şehrimiz. Lakin sanat, kültür, mimarlık, edebiyat, araştırma bakımından fazla ilerlememiş. Tarihî mezarlıktaki türbenin kapısına “medfun” yerine “meftun” yazıldığına göre büyük bir kültür gerilemesi olmuş.
Denizlili dostlarıma, okuyucularıma, sanatla, edebiyatla, tarihle, geleneksel zanaatlerle meşgul olmalarını hassaten tavsiye ediyorum.
Bendenizi iki gün boyunca Denizli’de gezdiren Adnan Aybay Beye teşekkürlerimi sunuyorum.
Recep Zeybek’in evinde akşam yemeğinde tarhana çorbası, kuru patlıcan dolması, yaprak sarması, keçi sütünden yapılmış gerçek yoğurt yedik. Ona, refikasına ve pederi Tahsin Zeybek Beye, misafirperverlikleri ve zahmetleri için teşekkürler.
Denizli’de geleneksel tesettür (çarşaf...) kıyafeti azalmış. Rengârenk eşarplı tesettür çoğalmış. Müslümanların bu konuda da kendilerini zapturapt altına almaları gerekir.
Beş vakit namaza ve cemaate dikkat edilmelidir. Bendeniz bu konuda şu ölçüyü esas alıyorum: Vakit namazlarında, camiler Cumalardaki gibi dolmalı, Cuma günleri ise cemaat sokaklara, caddelere, meydanlara taşmalı, şehirde hayat durmalı. Namaz ve cemaat konusunda dikkat edilmesi gereken bir husus da şudur: Bu kutsal ibadet, dünyevî menfaatlere, cemaat asabiyet ve propagandasına, siyasete karıştırılmamalıdır. Sessiz sedasız ibadet ve dua edilmeli, sonra vakur bir şekilde dağılmalıdır. Bir de, namaz ve cemaat kesinlikle paraya, cerrarlığa alet edilmemelidir.
Artık yaşlandım, sağlığım yoğun geçen kısa seyahatleri kaldırmıyor, iki günlük seyahatin yorgunluğunu üzerimden bir haftada atamam...